
Türklerin bildiğimiz tarihleri boyuca, kadının her zaman özel ve saygın bir konumu olmuştur. Türk kadının tarihimiz boyunca bu süreç içerisinde incelemek istersek, kısaca 3 farklı dönemlerde ele almamız gerekmektedir
1. Dönem
İSLAMİYET ÖNCESİ MİTOLOJİK DÖNEM
2. Dönem
İSLAMİYET DÖNEMİ
3. Dönem
CUMHURİYET DÖNEMİ
İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK KADININ HAKLARI VE KONUMU:
Orkun abidelerinde, kadının konumundan son derece saygı ile bahsedilmekte, 8. yy. Oğuz Kağan Destanında ise , Türk Kadını’ın sosyal ve siyasi çalışmalarına değinilmiş olduğunu biliyoruz. Türk kültüründe erkek destan kahramanları iyi ata binen, iyi savaşan, iyi kılıç kullanan, kendileri ile boy ölçüşen kadınlarla evlenmek istemektedirler. Çünkü Türkler, kendileri ile eşit güçlere ve haklara sahip eşlerle evlenmeyi, kadınlarının erkekle aynı seviyede olmasını uygun görüyorlardı.
Örnek olarak Korkut Ata’nın Bamsı Beyrek hikayesinde ki, Banu Çiçek Katunu verebiliriz.
Bu dönemde, kadın devletin her kademesinde özellikle de karar mekanizmalarında, kocasının yanında görev aldığını öğreniyoruz. Türkler, Şamanist dönemlerinde, kesinlikle tek eşli evlilikler yapıyorlar ve aldıkları eşlerinin özellikle başka klan veya öbeklerden olmasını talep ediyorlardı. Bu dönemlerde anaerkil aile yapılanması vardır. Yine bu dönemlerinde Türkler, Tanrıçalara tapınmışlar ve Tanrıçalara çok önem vermişlerdir. Türklerin Şamanist oldukları dönemlerde, kadın ve erkek eşitlikçi, ayırım gözetmeyen, toplumsal düzenlerde yaşamışlardır...
Bilge Kağan; ‘’ Sizler Anam Katun, Büyük Annelerim, Hala ve Teyzelerim, Prenseslerim…” diye sözlerine başlar hitabesinde….
Yabancı devletlerin elçilerinin kabulünde, mutlaka hatun da hakanla beraber olurdu. Tören ve şölenlerde kadın, hakanın solunda oturur siyasi ve idari konumlardaki görüşlerini beyan ederdi. Toplantılarda, kadınlarda erkeklerle beraber kımız içerdi. Mesela, büyük Hun İmparatorluğu adına Çin ile ilk barış antlaşmasını, Tanrıkut Mete Han'ın, Katunu imzalamıştır.
Dede Korkut kitabında, Ailenin yönetiminin tamamen kadınlara ait olduğunu anlatmaktadır.
Türk Ülkelerine seyahat eden gezginlerden, yaşamları hakkında bilgiler ediniyoruz. Bunlardan bir tanesi, Orta Çağlarda, Çin'den Moğolistan'a ve Türkistan'a kadar giden Venedikli seyyah Marco Polo 1254-1323 yıllarında şöyle söyler: "Türk kadınlarından daha çok eşine bağlı sağlam ve değerli hiçbir millet kadını yoktur... O çağlarda Türkleri dünyada en başarılı yapan kadınlarının bu özelliğidir. " der.
Bir diğeri; İbni Battuta Harzem'de ya da Kıpçak ülkesinde olduğu kadar, Selçuklu Türkiyesinde de kadınların misafirperverliğinden büyük ölçüde yararlanıldığını söyler. İbni Battuta Kıpçak’ta her Hatun'un arkasında atlara binmiş elli genç kız ve arabanın önünde yaklaşık yirmi kadar atlı yaşlı kadın gördüğünü anlatır. (Orta Çağda Türk Kadını, Erdem, s.707).
Yine biliyoruz ki; tarihte “Devlet Başkanlığı” yapan ilk kadınlar da, Türklerdir.
Yine, Türk Kadının toplumsal yaşamıyla ilgili olarak, Ziya Gökalp, “Türkçülüğün Esasları” adlı kitapta, detaylı olarak bilgiler vermiştir. Bu eserde yer alan bilgilere göre eski Türklerde ana ve baba soyu, değerce birbirine eşit tutulmuştur. Ayrıca ev yalnız kocanın malı olmayıp, karı ve kocanın ortak malıdır. Bu nedenle evin erkeğine “ev ağası” denildiği gibi, evin hanımına da “ev hanımı” denirdi (Unat,1982:7)diyor ve devam ediyor:
“…..tüm aile uygulamalarında kadın ve erkeğin birlikte bulunması zorunluluktu. “Velayeti amme Hakan ile Hatunun her ikisinde müpteseken tecelli ettiği için, bir emirname yazıldığı zaman “Hakan Emrediyor ki” ibaresiyle başlarsa kabul olmazdı. Kabul olması için, “Hakan ve Hatun Emrediyor ki” sözleriyle başlaması gerekirdi. Ayrıca Hakan tek başına bir elçiyi huzuruna kabul edemezdi. Elçiler ancak, sağda hakan ve solda hatun oturdukları bir zamanda, ikisinin birden huzuruna çıkarlardı. Şölenlerde, kenkaşlarda, kurultaylarda, ibadetlerde ve ayinlerde, harp ve sulh meclislerinde hatunda mutlaka hakanla beraber bulunurdu.”(Gökalp,1958:112)
2. İSLAMİYET DÖNEMİNDE TÜRK KADINI
İslamiyet’ öncesi dönem, cahiliye dönemi olarak bilinmektedir. Böyle denmesinin nedenlerinden biri, o dönemlerde Araplarda, kadınlara karşı bakış açısı fevkalade kötü olmakla beraber, kadınların hiçbir söz hakları yoktu. Araplar, doğan kız çocuklarını diri , diri toprağa gömüyorlar, kız çocukları ve kadınlar, Türklerden çok farklı olarak, hiçbir miras ve söz hakkına sahip olmayan adeta köle muamelesi görüyor, alıp satılabiliyorlardı.
İslamiyet , kadına karşı fena muameleyi kaldırmış, kadına bir çok haklar sağlamıştır.
Ne yazık ki, Türkler İslamiyete geçişleri ile birlikte, Arapların kültür etkisinde kalmaya başlamışlar, Türk Kadının toplumdaki statüsünde de değişiklikler olmuştur. Özellikle Selçukluların Anadolu’ya gelişleriyle birlikte, farklı, farklı tarikatların Anadolu’da çıkışları da, kadının toplum içerisindeki sosyal yaşamında değişimler getirmiştir. Ama en büyük değişiklik, İstanbul’un fethiyle birlikte yaşanmıştır. Ortodoks Bizans’ın harem kültürünün etkisiyle, kadının kentlerdeki yaşamı iyice kısıtlanmış, kadınlar haremlerde mahpus hayatı yaşamaya başlamış olmalarına rağmen, köylerde ve kırsal kesimlerde, bu kadın erkek ayrımı yaşanmamıştır. Bu, Türk toplumunun kentsel yaşamında, kadın ve erkek arasında, adeta onulmaz yaralar açmış, kadınlar 2. sınıf insan konumuna düşürülmüşler, kadınlar hakkında bir çok olumsuz kavramların yerleşmesine ve sosyal yaşamda etkinliğinin yok olmasına neden olmuştur. Kırsal kesimdeki Kadın Günlük hayatın içinde, erkekle yanyana ve beraber üretimde yer almasına rağmen, kent kadınları ve saray kadınları, her türlü haklardan yoksun bırakılmıştır. Buna rağmen zaman, zaman sarayın haremi, saray kadınlarının siyasi entrikalarıyla tarihte yer aldığı, gayet iyi bilinen gerçeklerdendir.
Tanzimat döneminde, kadına karşı uygulanan bu sert tedbirlerde, değişimler baş göstermeye başlamış ve bu Osmanlı Devletinin son dönemlerine kadar, adeta bir çekişme halinde devam etmiştir. Cumhuriyet ise, Tanzimattan beri süregelen bu birikimlerle yaşama başlamıştır.
3.DÖNEM
CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK KADINI
Bir toplumun, sosyal yaşamında, üretiminde ve siyasi yaşam alanında, kendi çağdaşları liderlere göre, kadının önemini çok daha önce fark etmiş, varlığı ile toplumda kadınların yer almamasının, ne tür yoksunluklara neden olduğunu bilen Mustafa Kemal Atatürk, radikal değişimler yapmıştır. Mustafa Kemal’le birlikte, Kadının başta eğitim olmak üzere, hukuk, çalışma, siyasal katılım, toplumsal yaşamda ve aile yaşamında eşit haklara sahip olarak yerini alması için gereken tüm atılımlar yapılmış ve mümkün olan kısa zaman içinde gerçekleştirilmiştir. Bu değişimler, yasalarla güvence altına alınmış, seçme ve seçilme hakları verilmiş, kadının erkeklerle her alanda eşitliği sağlanmıştır.
Türk Kadını, yüzyıllar sonra yeniden kavuştuğu eşit hakları konusunda sahip olduğu her şeye, hiç zahmetsiz, mücadelesiz, yorulmadan Mustafa Kemal Atatürk’ün sayesinde sahip olmuştur!
Oysa, Avrupa da kadınlar, o dönemlerde, hakları için, halen örgütlenmelere gitmek de, kıyasıya mücadele vermekte, hatta kadınlara eşit hakların sağlanması için ölümü göze almaktaydılar. Ve bunun için, o günkü güvenlik güçlerinin, atlarının nalları altında ezilmekten çekinmediler. Bugün Batı dünyasının kadınının, eğer kadın haklarından, seçme ve seçilme özgürlüğünden bahsedebiliyorsak, anneannelerinin ve büyük ninelerinin özgürlükleri için, ölümü göze alarak verdikleri çetin mücadeleri iyi bilmeliyiz!
Ya bizde ki durum, bugün nasıl? Biz, Türk kadını olarak, bugün sahip olduğumuz haklarımızı, hiçbir şekilde parmağımızı bile oynatmadan, kolay ve rahatlıkla Mustafa Kemal Atatürk sayesinde sahip olduğumuz için, kıymetini bildiğimizi söyleyebilir miyiz?
Hayır, bazı kadınlarımız arasında tam tersine sahip olduğumuz bu özgürlüklerimizi kolaylıkla feda etmek yoluna gitmekte beis görmeyişinin arkasında, feodalitenin bunu toplum genelinde yaygınlaştırmaya çalışması oldukça şaşırtıcı gibi görünse de, aslında bu gelişmenin arkasındaki şekillenmelerin, her türlü ayırımcılık yapılanmasının olduğunu, gözden kaçırmamak lazım.
Oysa, Türk Kadını olarak, erkeklerle eşit şartlarda ve erkeklerle beraber, başımız dik ve onurumuzla, hatta daha fazla emek sarf ederek çalışabiliyorsak, Batılı kadınlara oranla; bir çok alanda biz Türk kadınları erkeklerinden daha üstün görevler yerine getirebiliyorsak, her türlü eğitimi, yasalara ve kanunlara saygılı olarak alabiliyorsak, eğer seçip seçilebiliyorsak, yasalar önünde erkeklerle eşit haklara sahip olabiliyorsak, özgürce yanımızda bir namahrem erkeğin varlığına gerek olmadan seyahat edebiliyorsak, hakim, savcı, doktor, öğretmen, vekil, profesör, işçi, sanatçı, öğrenci olabiliyorsak, ve ben! yine vicdanı hür , irfanı hür bir vatandaş olarak, fikirlerimi söyleyebiliyorsam, insan olarak tüm bu haklarımı sağlayan, benim esaret zincirlerimi kırarak özgürlüğümü ve insanlık onurumu bağışlayan, Mustafa Kemal Atatürk’ün uzak görüşlülüğüne, yüce fikirlerine borçlu olduğumu çok iyi bilmekteyim! Ve Mustafa Kemal Atatürk’ü, beynimde ve yüreğimde şükranla anlayabiliyor, bu özgürlüklerimin ne kadar değerli ve paha biçilemez; yüzyıllar sonra yeniden kavuştuğum hazineler olduğunu biliyorum….
Halbuki, 1950 li yıllardan beri, emperyalizmin etkin kolları bizim bütün kazanımlarımızı geri çevirmek uğraşısı içine girişmişler ve bugün çağdaş, aydınlık ve pırıl, pırıl güneşe bakanlar gibi, yüksek medeniyet seviyesine bakan, bizim bu haklarımızdan vaz geçmemizi istiyorlar. Ne üzücü, Türk Kadının bir saç telinin bedelini, namusla ölçmek, ninelerimizin, köylü kadınlarımızın ve mümin kadınlarımızın ap-ak şereflerine gölge düşürmek demek olduğunu, biz bilmiyor muyuz? Ama birileri, kadınlarımızı kullanarak, tüm toplumu yeniden esaretin prangalarına mahkum etmek, hatta anı sanı anılmayan, hor görülen kölelerin muamelesiyle karşı karşıya bırakmak istiyorlar. Bizi yüzyıllarca öncesinin karanlığına gömmek isteyenlere bir bakınız! Bir takım emperyal güçler, kadın ve erkek arasındaki uçurumları açarak, toplum bağlarımızı yozlaştırarak bizi kontrol etmenin yollarını, yine değerli kadınlarımızı kullanarak yapmak için uğraşlar veriyorlar.
Bakınız ;
30 Ağustos 1925 günü
Kastamonu konuşmasında yine kadın hakları üzerinde duran Mustafa Kemal Atatürk ne diyor?
“Bazı yerlerde görüyorum ki kadınlar, yüzünü gözünü gizliyor ve yanından geçen erkeklere karşı, ya arkasını çeviriyor veya yere oturarak kapanıyor. Bu tavrın anlamı nedir? Efendiler medeni bir milletin anası, millet kızı bu garip şekle son vermelidir... Şüphe yok ki ilerleme adımları, iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmak ve ilerleme yeniliklerle birlikte, merhaleler aşmak lazımdır. Böyle olursa, inkılap başarılı olur. Herhalde daha cesur olmak lüzumu açıktır.”
Cumhuriyetimizi taçlandıran, Kadının toplumsal konumunun değişmesinde en önemli haklardan biri de 3 Nisan 1930’da tanınan Belediye Meclislerine seçme ve seçilme hakkıdır.
Türk kadınları bu haklarını 1933’te kullandılar.
5 Aralık 1934’te de milletvekili seçme ve seçilme hakkıyla birlikte Türk kadınlarına eşit yurttaşlık hakları tanınmış olması, biz Türk Kadınları için, özgürlüklerimiz kadar asla vazgeçemeyeceğimiz bir hakkımızdır... Atatürk bu konudaki düşüncelerini şöyle dile getiriyor:
“Bu kararla Türk kadınları siyasal ve sosyal alandı pek çok batı ülkesindeki kadınlardan daha üstün bir durum kazanmışlardır. Bundan sonra peçe altında, kafes altında kadın kalmayacaktır. Türk kadınları bugün en önemli haklarını kazanmışlardır. Bundan ötürü ben bu kararı en önemli reformlarımızdan biri sayıyorum.”
Ve biz Türk Kadınları olarak, bu güzel Vatanın özgürlüğüne ve Cumhuriyetimizin varlığına katılan her tuğlanın harcıyız! Vatan için akan her kanın zerresinde biz varız! Uçmağa varan, her yiğit şehidimizin canında biz varız!
Mustafa Kemal Atatürk bir konuşmasında Türk Kadınını yücelterek;
“Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın” diyor..
İşte, bizi böylesi onurlandıran; gelecek yüzyılların da, SİYASİ LİDERİ olacak : Mustafa Kemal Atatürk’e layık bir Milletin, evladı olmaktan onur duyuyorum…